Yapay zekâ, Avrupa Birliği’nin sınır politikalarında giderek daha fazla rol oynuyor. Bu teknolojilerin göçmenler üzerindeki etkileri ve karar süreçlerindeki kullanımı, insan hakları açısından yeni tartışmaları gündeme getiriyor.
Yapay Zekâ, Göçmenlik ve Sınır Rejimi
Yapay zekânın yükselişiyle birlikte Avrupa Birliği, sadece dijital ekonomide değil, sınır güvenliği ve göç politikalarında da bu teknolojiyi yoğun biçimde kullanmaya başladı. Ancak bu dönüşüm, insan hakları, şeffaflık ve göçmenlerin geleceği açısından ciddi tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Sadece Bir Teknoloji Mi, Yoksa Bir Rejim Mi?
Avrupa’da yapay zekâ destekli sınır teknolojileri giderek daha görünür hâle gelirken, bu araçların sadece teknik çözümler değil, aynı zamanda belirli bir ideolojik düzenin parçası hâline geldiği yönünde eleştiriler artıyor. Yani yapay zekâ, sadece verimlilik ve kontrol aracı değil, aynı zamanda yeni bir “rejimin” taşıyıcısı olarak da tanımlanıyor.
Göçmenler Dijital Laboratuvarda Test mi Ediliyor?
Euronews’in haberine göre, yapay zekâ sistemlerinin sınırdaki etkilerine dikkat çekerek bu konuya AB kanun koyucularının daha fazla ilgi göstermesi gerektiği belirtiliyor. AB liderleri bu hafta Brüksel’de düzensiz göçü engellemek için yeni yollar keşfetmeye devam etmeleri gerektiğini söylerken, uzmanlar yapay zekâ (AI) ve otomatik gözetim ile desteklenen programların Avrupa sınırlarında nasıl kullanılabileceğine daha fazla dikkat çekilmesi çağrısında bulunuyor.
Uzmanlara göre, 12 AB ülkesi ya otomatik sınır kontrol sistemlerini ya da sınırlarda yapay zekâ destekli sistemleri test ediyor. İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nden Doçent Dr. Derya Özkul, bu teknolojilerin göçmenlerin haklarını nasıl etkileyeceği konusunda çok az şey bilindiğini ve göçmenlerin bu sistemlerde “kobay” gibi kullanıldığını belirterek: “Sistemlerdeki tüm aksaklıklar, olası tüm sorunlar ve benzerleri, göçmenlerin uğraşması gereken hatalar hâline geliyor ve gerçekten çok fazla hesap verebilirlik yok.” diyor.
Yapay Zekânın Sınırdaki Kullanımları
Özkul’a göre, yapay zekâ sistemlerinin çoğu şimdilik sığınmacıların işleme süreçlerinde kullanılıyor. Örneğin Almanya’da Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF), iki dakikalık ses kaydına dayanarak göçmenin menşe ülkesini belirlemeye çalışan bir lehçe tanıma yazılımı kullanıyor. Bu yazılım, Arapçanın beş büyük lehçesini tanıyabiliyor: Mısır, Körfez, Irak, Levanten ve Mağrip. Bu sistem, 2023 yılında toplam 334.000 başvurunun yaklaşık 43.593’ünde kullanıldı. Yine BAMF, bu teknolojinin yalnızca “özel durumlarda ve uygun olduğunda” kullanıldığını, kararların son aşamada yine insanlar tarafından verildiğini belirtiyor. Haberde, sistemin nasıl çalıştığı konusunda göçmenlerin hiçbir fikri olmadığını vurgulayan Özkul: “Göçmenler, genellikle sistemin başvurularını nasıl işlediğine dair hiçbir fikre sahip değiller ve süreçte söz sahibi değiller. Sonucu reddedemeyebilirler, çünkü vatandaşlar kadar çok hakka sahip değiller.” diyor.
AB’nin Yatırım Yaptığı Gözetim Projeleri
AB, göçmen hareketlerini izlemek ve yönlendirmek için çeşitli yapay zekâ projelerine de yatırım yapıyor. Bunlardan biri, Yunanistan’ın Meriç Nehri boyunca kurduğu gözaltı tesislerinde davranış analizi yapan Centaurus projesi. Kamera ve dronlarla donatılan bu sistemler, göçmenlerin davranışlarını insan müdahalesi olmadan analiz etmeyi amaçlıyor.
Bir diğer proje olan Hyperion, biyometrik verilerle gözetimi kolaylaştırıyor. Ayrıca, kıyı gözetimi ve veri analizini geliştirmek için PROMENADE ve göçmen kaçakçılığına karşı gözetimi artırmayı hedefleyen COMPASS2020 gibi sistemler de AB tarafından destekleniyor.
Bu sistemlerin insan hakları boyutu ise tartışmalı. Yunanistan Ulusal İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Maria Gavouneli, Euronews’e verdiği demeçte, “Centaurus gibi projeleri AB tarafından koordine edilen ve finanse edilen büyük bir gözetim uygulaması” olarak nitelendiriyor ve “Karşılaşacağımız en önemli sorun, şeffaflık ve hesap verebilirlikle ilgili sorular olacak.” diyor.
Teknolojiyle Gelen Denetim Krizi
Bu projeler, dijital çağda sınırların artık tel örgülerle değil, algoritmalarla çizildiğini gösteriyor. AB’nin sınır politikalarıyla teknolojiyi birleştirmesi, göçmenleri hem fiziksel hem de dijital olarak dışlayan yeni bir sistem yaratıyor. Ve bu sistemde göçmenlerin sesine, deneyimlerine ya da itiraz haklarına pek yer kalmıyor.
Yapay zekâ sınır teknolojileri, bir yandan devletlere daha “etkin” kontrol araçları sunarken, öte yandan toplumsal eşitsizlikleri, ırksal ayrımcılığı ve demokrasi krizini derinleştiriyor. Bu nedenle AB’nin sadece teknolojik değil, aynı zamanda etik ve siyasal bir tartışma yürütmesi gerekiyor.