Mart2004 | Muammer Özer:
Avrupalı yüzyıllarca çiğnediği ‘’Barbar Türkler’’ sakızını günümüzde de modern medya aracılığıyla çiğnemeye devam ediyor? İstanbul’un fethi midelerine öylesine oturmuş ki hâlâ haritalarında konuşma ve yazılarında İstanbul için Konstantinapolis adını kullanmayı sürdürüyorlar. Ya Avrupa haritasının sınırlarının Kafkaslara kadar gelip Anadolu’yu içine almadan Balkanlardan geçirilmesine ne demeli?
Bunlara benzer Türkiye veTürkler aleyhine bir yığın gariplikler vardır Avrupa’nın dağarcığında. Osmanlının hüküm sürdüğü Avrupa ülkelerindeki okul kitaplarında yakın zamana kadar Türk düşmanlığı yapılıyordu ve yaramazlık yapan çocuklarını “Sus, yoksa seni Türklere veririm’’ ya da ‘‘Türkler geliyor’’ diyerek korkutan ana babalar vardı.
Türklere ‘’barbar’’ adını takan Avrupalı, birinci ve ikinci dünya savaşını başlatıp yetmiş milyona yakın insanın ölümüne neden olmadı mı? Geri kalmış ülkelerin doğal kaynaklarını acımasızca yüzyıllarca sömürenler, mazlum ülkelerin halklarını katleden, gerektiğinde oralarda askeri darbeler düzenleyenler de Avrupalılar değil mi? Kısacası, Türklere “barbar” damgasını vuranlar, insanlık tarihinin en acımasız barbarlıklarını yapmış ve yapmaya günümüzde de devam eden ABD ve Batılı gelişmiş kapitalist ülkelerdir.
İsveç’te 1949 yılından beri yaşayan ve İsveççede ‘’Turkduvan’’ dedikleri Türkiye kökenli bir göçmen güvercin türü olduğunu çok kişi bilir. Osmanlıların Avrupa’da işgal ettikleri ülkelere de götürdüğü bu güvercinleri, Osmanlı Avrupa’dan çekilince, o ülkelerdeki yerli halk Türklerin sembolü olarak gördükleri güvercinlerin tamamını Türklere olan hınçlarını almak için katletmişler. İşte bu katliamlardan kurtulabilen güvercinlerden bir kısmı İsveçi mesken seçmişler.
Yugoslavya’nın parçalanmasıyla Avrupa’nın göbeğinde yaşanan korkunç soy kırımı da bu Türk güvercinin kırımının bir devamıdır ve özünde aynı neden vardır. Sırp ve Boşnak asıllı onbinlerce Müslüman azınlık, barbarca “Türk” niyetine katledilmişlerdir.
Yüzyıllarca Türklere karşı kinle beslenen insanlar güvercinleri, insanları katletmekle kalmamış, Türklerden kalan cami, mezar, kütüphane (içindeki kitaplarla beraber), okul, köprü gibi tüm insanlığa malolmuş tarihi yapıtları da yakıp yıkmışlardır. Hemde iki bin yılının eşiğinde ve batılı ülkelerin ve Birleşmiş Milletlerin gözü önünde. Avrupa’nın göbeğine kadar savaşarak gelip yerleşen Türkler dört yüz yıl boyunca Avrupalı’nın korkulu rüyası olmuştur. Avrupa’da, dört yüz yıldan fazla iyi kötü Osmanlı yönetimi altında kalan ülkelerin halklarının barbarlığa varan Türk düşmanlığını onaylamak değil ama anlamak mümkündür. Bizim anlamadığımız, Türkiye’den beş bin kilometre uzakta, Kuzey Kutbunun dibinde yaşayan İsveçli Vikinglerin Türkiye ve Türk düşmanlığı. Beş yüz yıldan fazla bir süredir devam eden bu Türk düşmanlığı ateşinin buralarda bile hâlâ yandığını ve kara bir dumanla havayı kirlettiğini görmek üzücü. En kötüsü de Türk düşmanlığını burada doğma büyüme çocuklarımıza da yansıtmaları.
İsveç, Türkiye aleyhtarlığını ilkokullara kadar sokmuştur. Okul kitaplarında ve okullarda açılan sergilerde Türkiye’nin baskıcı bir ülke olduğunu bunları analiz edemeyecek kadar küçük çocukların kafalarına işlemektedir. Aynı okullarda eğitim gören Türkiye kökenli çocukların duygularını ve tepkilerini hiçe saymışlar ve bu yolla ırkçılığa yeşil ışık yakmışlardır.
Yıllardır, başta Dagens Nyheter olmak üzere İsveç medyası ve politikacılar zaman zaman pireyi deve yaparak Türkiye’ye çamur atmayı alışkanlık haline getirmiştir. Türkiye ve Türklerle ilgili her türlü olumsuz olay abartılarak verilirken olumlu gelişmeler hasıraltı edilmiştir. Türk futbol takımının dünya kupasındaki başarısından, Eurovision birinciliğine, Türkiye’nin dış politikasında zaman zaman gösterdiği tutarlı tavrına kadar birçok olumlu gelişmeyi ya görmemezlikten geliyorlar ya da gölge düşürüyorlar.
2003 yılının son aylarında İstanbul’dan halen Kostantinopolis diye bahseden İsveçli radyo programcısının acaba hiç mi yakın tarih bilgisi yoktu?
Medyada başlayan bu Türk düşmanlığı okullara, sokaklardaki duvar yazılarına, çocukların konuşmalarına kadar yansıyor. Olumsuz ya da aşağılayıcı durum ve davranışlar kişiler söz konusu olduğunda hemen Türk olarak niteleniyorlar. Üstelik bu eğilim sadece Türklere karşı var, başka ülkelerden gelen insanlara karşı yok.
Stockholm’de geçtiğimiz yılın son ayında ‘‘Soykırıma Hayır’’ konferansının dördüncü ve sonuncusu düzenlendi. Bu konferansta, Ermeni soykırımı da ele alındı. Bu konuyu bilinen kalıplar içinde ele alan Klas Göran Karlsson adındaki bir araştırmacı, dünyadaki devrimleri iyi ve kötü diye iki bölüme ayırmış. Kurtuluş savaşı sonucu gerçekleştirilen Atatürk devrimlerini, Stalinizm, Hitler nazizmi ve Kamboçya’nın Kızıl Kramer devrimleri ile beraber kötü devrimler sınıfına koymuş.
Dünyada batı emperyalizmine karşı ilk kurtuluş mücadelesini başarıyla vermiş, monarşiyi yıkıp cumhuriyeti kurarak laik çağdaş Türkiye’nin temellerini atmış mazlum bir toplumun gerçekleştirdiği devrimleri karalayan bu araştırmada, binlerce insanın öldürülmesine, onbinlercesinin ülkeyi terketmesine neden olan ve ülkeyi Ortaçağ karanlığına büründüren İran devriminin ve benzerlerinin sözü bile edilmiyor.
Karlsson gibi Atatürk devrimlerini kötü görenler, Kurtuluş Savaşında yenilgeye uğrayan işgalci batılı emperyalist ülkelerle, yurdumuzu emperyalistlere peşkeş çeken Omanlı son padişahı ve şeriat isteyen yobazlardı.
Özellikle darbe sonrası 80’li yıllardaki Türkiye’nin asker, polis ve politikacılarının çağdaş olmayan davranış ve uygulamaları Türkiye düşmanlığını en çok azdıran nedenlerin başında geliyordu. Kıbrıs, Kürt, Süryani, Ermeni sorununun yanı sıra aşırı milliyetçi Türk, Kürt, Süryani ve Ermenilerin de bu düşmanlığı besledikleri bir gerçek.
Türkiye’deki antidemoktatik uygulama- lar, işkence, insan hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi tabii ki eleştirilmeli. Türkiye ’de yaşayan etnik grupların hakları, özgürlükleri ve demokrasi savunulmalı, ama bu eleştiriler Türk düşmanlığı noktasına çekilmemeli.
Barabar Türk imajını en çok besleyen belli başlı nedenlerden biri de bizim kendi aramızdaki her türlü suçu işleyen, huysuz, hırsız, tecavüzcü, katil, saldırgan, esrar ve kadın tüccarlığı yapan kişilerdir. Diyeceksiniz ki ’’her toplumda vardır böyleleri.’’ Çok doğru, fakat, sokaktaki İsveçli bunu böyle düşünmüyor, Türklere karşı yapılan bu karalama kampanyalarının da etkisinde kalmış olarak bütün Türkiye kökenlileri aynı kefeye koyuveriyor.
Türk ve Türkiye düşmanlığının sinsice kol gezdiği bu ortamda sanatçı, edebiyatçı, aydın ve demokrat insanların da işi zor. Çünkü; sanatçı ve aydınlar Türkiye’deki demokrasi dışı uygulamaları, baskıları, sömürü ve haksızlıkları eleştirdiklerinde Türkiye’yi karalamak için fırsat kollayan bu çevrelere istemeyerek de olsa alet olma riskleri var. Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli insanlar olarak sadece sanatçı ve aydınlara değil, hepimize görev düşüyor. Varolan Türk düşmanlığının panzehiri sanatçılarımızın, aydınlarımızın, sporcularımızın, işadamlarımızın, öğretmenlerimizin ve sıradan vatandaşlarımızın başarıları, yaşadıkları toplumla ilişkilerindeki medeni tutum ve davranışlardır.
Çocuklarımız her yerde Türkiye kökenli olduklarını gizlemeden, utanmadan söyleyebilmeli ve başları dik yaşayabilmeliler.