Mart 2004 | Dilek Yaraş :
Dünyanın gidişine bakınca durum hiç de iç acıcı görünmüyor. İnsanlar, “insan” denebilirse tabi, koyun boğazlar gibi birbirlerini boğazlayıp duruyorlar.
Amerika’daki ikiz kulelere yapılan saldırı. Ardından Amerika’nın fırsatı değerlendirip Irak’ı işgal etmesi ve böylelikle Orta Doğu’da kim bilir nereye kadar sürecek olan yaygın bir savaşın pimini çekmesi. Onun ardından bizim ana yurdumuzu da vuran terörist saldırılar. En son İspanya… Ve bunları milyonlarca insanın kutsal kabul ettiği kavramları kullanarak yapan yaratıklar…
Sadece yukarıda saydığım küresel olaylarla sınırlı değil olumsuzluklar, toplumun her kesiminde görülen bireysel şiddet en az küresel şiddet kadar etkiliyor yaşamımızı. Sıradan insanların çılgınlıklarından söz ediyorum burada; burnumuzun dibinde, üç beş kuruş için saldırıya uğrayan, öldürülen yaşlılar. Sapıkça zevkler uğruna katledilen gençler, çocuklar.
İsveç’inki dahil kokuşan ve dolayısıyla çöken ya da çökmek üzere olan sistemler. Sistemlerin çöküş sürecinin bir yansıması olarak kaybolmaya yüz tutan insani değerler.
İnsan bütün bunları düşününce ürperiyor. Üstelik korkular sadece bunlarla da bitmiyor, eğer çok gamsız bir yapıya sahip değilseniz irili ufaklı birçok korkunun esiri olmamanın imkanı yok neredeyse. İstersek bizi gün boyu dingildetecek, uykularımızı ve en sonunda aklımızı kaçırtacak kadar sebep bulabiliriz korkmak için.
Ama, korkularla nereye kadar yaşanabilir ki? Yaşansa da bu nasıl bir hayat olur? Korkuların güdümüne girmeyi kabul edersek eğer yaşamaktan da vazgeçmemiz gerekiyor. Hatta, bu da yetmez, sevdiklerimizin hayatını da sınırlamamız kaçınılmaz olur. Kısacası hayatı durdurmak ya da yaşama sevincini sıradan bir varoluşa indirgemek zorunda kalırız.
Danimarkalı filozof Soren Kierkegard’ın dediği gibi: Hayatta en büyük risk risk almamaktır.
Yaşadığımız günlerse, bize hayatın bir risk alma projesi olduğunu gözümüze sokarcasına anlatan günler.
Yaşamaktan korkmak asla bir çözüm olamaz elbette.
Ölümü engelleyeceğiz diye ölmek kadar saçma korkulara esir olmak. Eskiler ’’Korkunun ecele faydası yok.” diye boşuna dememişler sanırım.
İnadına ve dolu dolu yaşamamız gerek bu hayatı.
Nerede mutluysak orada. Nasıl mutluysak öyle. Mutluluğumuzu çevremize yansıtarak, uzak yakın herkesle paylaşarak. Mutsuzluk ve korku gibi, mutluluk ve cesaret de bulaşıcıdır.
Hayatı saran bütün olumsuzluklara karşı bilinçli ve kararlı bir biçimde bütün iyi değerlerimizi ortaya çıkarmalı ve olabildiğince çok kişiyle paylaşmalıyız bunları.
Dünyanın tümünü bir başımıza değiştiremeyiz ama kendi bulunduğumuz noktayı etkileme gücüne sahibiz pekala.
Çizgiler noktalardan oluşmuyor muydu sahi?
Bütün okuyucularımıza yürek dolusu mutluluk ve cesaret diliyorum. Umutlarınızın asla kaybolmaması dileğiyle bir dahaki Prizma’da buluşana kadar hoşçakalın.