”Neden geldik bu dünyaya?” ”Niçin varız?” “Bu hayatın ötesinde ne var?” gibi soruları kim sormamıştır ki hayatının herhangi bir evresinde. Bazıları içinse bu sorular hayat boyu süren bir maceranın, arayışın anahtar kelimeleri olmuştur. Kimi Allah’ı arıyorum, kimi kendimi arıyorum, kimi de gerçeği arıyorum diye koyulmuştur yola. 14.yy. Fars edebiyatı klasiği Mantıku’t Tayr’ın yazarı Feridüddin Attar, Dante’nin İlahi Komedya’sına ilham kaynağı olan bu eserinde, Allah’ı aramak için göğün yedi kat yükseğine çıkan kuşları anlatır. Bu kuşlardan çoğu yolda telef olur, sonunda bir tanesi, Simurg, ulaşır Allah’ ın katına ve orada kendi yansımasıyla karşılaşır.Evet, asırlar boyu destanlara, romanlara, şiirle re konu oldu bu bitmez tükenmez arayış. Yolculuklarının sonunda bazıları Hallac-ı Mansur gibi “Enel Hak”(Ben Allah ‘la birim) dedi. Bazıları da Mevlana gibi ”Hamdım, piştim, yandım.” dedi.
Kırk üç sene önce Avusturalya’da doğan ve hayatının son yedi yılını yemeden içmeden geçiren Jasmuheen geçtiğimiz Kasım ayında Stockholm’e gelen Jasmuheen’de “Bizler aslında ışık varlıklarız ve istersek bu bedenin bütün sınırlamalarını aşabiliriz!” diyor ve kendisini örnek gösteriyor. Evet, ister inanın ister inanmayın Jasmuheen, 1993 yılından beri yemek yemeden yaşıyormuş.
Yaşamak için gerekli olan gıdayı havadan aldığını söyleyen Jasmuheen, insanın yemeden içmeden yaşayabilmesini bitkilerin fotosentezle ‘ beslenme sine benzetiyor ve ”Enerjimizi güneşten almak yerine, evrendeki sınırsız hayat enerjisinden (Prana) hücrelerimizle emmek yoluyla alıyoruz.” diyor.
Jasmuheen havayla yaşamaya birden bire başlamamış tabii ki. Çocukluğundan beri öte tarafla, yani ruhsal dünyayla yakından ilgili. On beş yaşından beri de vejetaryen. Yirmi yıldır düzenli olarak meditasyon yapıyor.
1992 yılının sonlarında, kendini boşlukta ve büyük bir değişim ihtiyacı içinde hissetmeye başladığı günlerde dünyada hiç yemeden içmeden sadece havayla yaşayan insanların olduğunu öğreniyor. (Dünyada havayla yaşayan aşağı yukarı beş bin insan bulunduğu söyleniyor.) Bu konuda araştırmalar derinleştirdikçe yapmaya başlayan Jasmuheen, araştırmalarını derinleştirdikçe mucize gibi görünen bu olayın mümkün olabileceğini düşünmeye başlıyor. Sonunda da bu iş için gerekli olan 21 günlük hazırlık orucuna başlamaya karar veriyor.
Oruç dediysek öyle bizim yaptığımız gibi akşama kadar aç susuz kalınıp iftar vaktinde ertesi günün depolamasının yapıldığı türden oruç değil. Deyim yerindeyse, ölümüne bir oruç bu. Yani 21 gün boyunca ne bir lokma yemek, ne de bir damla su geçiyor boğazlarından bu orucu tutanların. Bu yirmi bir günün sonunda sağ kalana bir daha ölüm yok zaten(!) Şaka bir yana, insan vücudun susuzluğa sadece birkaç gün dayanabildiğini düşünürsek epey tehlikeli bir oyun bu.
Avusturalya’da işin aslını astarını iyice araştırmadan .sadece kulaktan dolma bilgilerle bu oruca girişen bir kadın ölmüş mesela.
21 gün başarıyla tamamlayabilenler ise isterlerse hayatlarının geri kalan kısmını Jasmuheen gibi havayla yaşayarak sürdürüyorlarmış, isterlerse de sadece zevk aldıkları için yemek yemeye devam ediyorlarmış.
Bu konuda kitaplar yazan, dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşıp seminerler veren Jasmuheen’in amacı da kendini dinlemeye gelen yüzlerce kişiyi havayla yaşamaya ikna etmek değil aslında.
‘‘Ben sadece, böyle bir şeyin mümkün olabileceğini ve dolayısıyla da insanın sınırsız gücünü anlatmak istiyorum insanlara.” diyen Jasmuheen, insanIarı açlığa teşvik etmese de et yemekten ve aşırı tüketimden vaz geçmeye davet ediyor ve ”Dünyanın kaynakları çok bol. Biz israftan vazgeçsek, dünyada bir tek aç kalmaz.” diyor.
İnsanların ateş üzerinde yürüyebileceğine , boğazlarına kılıç sokabileceklerine hatta uçabileceklerine inanıyorsanız, asıl amacının ruhsal gelişim olduğunu, aç susuz yaşamayı sadece ruhsal gelişimin bir aracı olarak gördüğünü özellikle vurgulayan Jasmuheen’ in öyküsüne de inanmamanız için hiç bir neden yok.
| Ocak 2000