Siz hiç araba motoru tamir ettiniz mi?
Bilgisayarda çizimler yaptınız mı?
Avrupa’yı dolaştınız mı?
Gözleriniz kapalı!
Osman Güven; 1954 yılında Niğde’nin bir köyünde dünyaya gelir. Yerinde duramayan, etrafa illallah dedirten yaramaz bir çocuktur. Henüz üç yaşındayken, halk arasında yılancık denilen hasta yakalanan Osman, ortalama bir yıl süren göz ve baş ağrısı son görme duyusunu tamamıyla yitirir.
“O günlerden aklımda tek kalan, şiddetli bir baş ağrısı ve renkler.” diyen Osman, ilkokulu Gaziantep’te, ortaokulu ise Ankara’ da, görmeyenler için düzenlenmiş devlet okulunda yatılı olarak okur. Görme duyusu kaybolmuş ama, yaramazlık huyu kaybolmamış. Eline geçen herşeyi incelemek arzusuyla ya bozar ya da kırarmış.
“İlkokul üçe giderken okulun elektrik sistemi bozulmuştu. Herkes bu işi benim yaptığımı düşünmüştü. Masum olduğumu hiç kimseye kabul ettiremedim.”
Lisenin fen bölümünü başarıyla bitirdikten sonra Türkiye Petrolleri ‘nde telefon santrale ısı olarak iş bulur Osman.
“Santral memurluğu yaptığım sıralarda, Avrupa ya çıkmak için ön araştırma yaptım. Avrupa ‘nın çeşitli ülkelerine ve Amerika ya görmeyenlerle ilgili bilgi almak için mektuplar yazdım. En ayrıntılı bilgi isveç ‘ten gelmişti ve isveç yaşamak için çok cazip bir ülke gibi görünüyordu. Daha sonra, İsveç ‘teki yetkililere ‘Turist olarak gelsem bana tesislerinizi gösterir misiniz?’ diye mektupla sordum.”
İsveçli yetkililer Osman’ın bu teklifini kabul etmemişler. Göçmen Dairesinin göçmenlerin ülkeye kabülüne yönelik kuralları sıkılaştırmalarının Osman’ın mektubuna verdikleri red cevabıyla başladığı rivayet olur, ama Osman, İsveç’e gelmeye ve burada kalmaya karar vermiştir bir kere.
”O zamanlar bugünkü gibi sınır kapılarından geri çevrilme durumları yoktu. Hele isveç iyice kıyıda köşede kaldığı için girilmesi en kolay ülkelerdendi. 1975 yılında uçakla isveç ‘e geldim. insanlarla az ve bozuk bir İngilizceyle diyalog kuruyordum. Öyle ki, hava alanındaki görevliler de böyle bir durumla ilk defa karşılaştıklarını söylüyorlardı. Tek başına, gözleri görmeyen, Orta Doğulu bir adam!”
Toprağından koparılmış bitki
Osman, İsveç’e ilk geldiği zamanlarda herşeye hayran olur. Ama zaman ilerledikçe yalnızlığın ve hayal kırıklığının içine düşmeye başlar.
“İlk geldiğim yıllarda Türkiye ‘de herşeyin bozuk ve ilkel olduğunu, Avrupa ‘da ise insana çok değer verildiğini ve halkın çok bilinçli olduğunu düşünürdüm. Aşağı yukarı iki yıl sonra, Türkiye ‘deyken batı propagandasının etkisi ile beynimin yıkanmış durumda olduğunu farkettim. Aslında isveç ‘in de Türkiye ‘den pek farkı yoktu.”
Osman’a göre İsveç bizlere pek uygun değil.
“Bizler toprağından koparılmış birer bitki gibiyiz. Yeşerip dal verebilmemiz için yine o.topraklarda olmamız en doğrusudur. .. Ben bu topluma entegre olamadım. isveç entegrasyona uygun bir toplum değil. Kapı komşusuyla bile ilişki kuramayan insanlar, göçmenlerle nasıl uyum içine girebilsin ki? İsveç ‘in iklimi de, insanları da çok soğuk. Bu ülkede kendimi çok yalnız hissediyorum. Türkiye; sosyal ve sınıfsal farklılıkları büyük bir ülke ama, cennet de olsa cehennem de olsa bizim ülkemiz.”
Bu soğuk ülkede kendini yalnız hisseden Osman’ın yalnız olmadığı dönemler de olmuş. İki kez evlenmiş.
İki evlilik de ayrılıkla sonuçlanmış. Çünkü; her iki evliliğinde de eşleri çocuk istemiş ama, Osman, haksızlıkların bu kadar çok olduğu bir dünyaya çocuk getirmek istememiş. Şu sıralarda , yeniden sıcak bir aile yuvası kurmayı hatta bu sefer bir de çocuk yetiştirmeyi düşünüyor. Evleneceği kadının karakterinin sağlamlığı ve eğitiminin yüksekliği önemli Osman için.
Kırgız Gelin
Geçtimiz günlerde, Kırgızistan’dan bir talibi çıkar Osman’ın. Gelin adayıyla İnternet aracılığıyla tanışır ve anlaşırlar. E-mail değiş tokuşlarıyla derinleşen ilişkide gün gelir karşılaşmaya ve anlaşırlarsa evlenmeye karar verirler. Osman, büyük heyecanlarla Rusya’ya uçar. Ama, hayat her zaman beklentilere uymuyor.
Osman’ın vizesi yoktur. İlk uçakla geri gönderilmek üzere nezarete alınır. Osman, “Etmeyin eylemeyin kız
görmeye geldim buraya. Hiç olmazsa birkaç saatliğine salın da kızla buluşayım.” derse de, polisler nuh der peygamber demezler. Ama, sonunda Osman’ın ısrarları karşısında pes ederler ve kızı nezarete çağırırlar.
Gelin ve damat adayı çok romantik bir ortamda olmasa da buluşmuşlardır sonunda. Gel gör ki, yine umduğunu bulamaz. “Kız hiç kafama uygun değildi. Sanki o mektupları başkasına yazdırmış gibiydi.”.
Varsa yoksa teknik
Evli olduğu sıralarda, eşinin ehliyet almasını sağlıyor. Sonra da elden düşme bir araba satın alıyor. Araba elden düşme olunca masrafı çok olur, sık sık tamir etmek gerekir. Ne gam, zaten Osman biraz da bu özelliğinden dolayı elden düşme arabayı tercih ediyor. Öyle ya, hiç sorun çıkarmayan bir arabayı ne yapsın, ona, inceleyecek malzeme gerek. Evine aldığı elektronik aletleri de özellikle eskiciden toplar ki teknik merakını tatmin edebilsin. Satın aldığı alet ne kadar eski ve bozuksa o kadar iyi Osman için. Bu tamir işini o kadar ileri götürür ki garajdan çıkmaz olur. Sonunda, o zamanki eşi ”sen arabayı benden daha çok seviyorsun, bütün gün garajda arabanın başındasın.” diyerek isyan eder.
Son zamanlarda ise araba motorunun yerini bilgisayar almış. Bilgisayar konusunda birçok gözü gören insandan daha bilgili. O kadar ki onun bu özelliğini bilenler başlan bilgisayarlarıyla derde girdiğinde hemen Osman’a koşuyorlar. Bu arada, hiçbir görmeyenin yapamadığını yapıyor ve bilgisayarda grafik sembolleri analiz ederek şekiller çiziyor. Bunu da tamamen kendi buluşu olan bir okuma sistemiyle gerçekleştiriyor.
İngilizceyi yerinde, yani Londra’daki dil kurslarında öğrenen Osman, bütün Avrupa’yı dolaşmış.
”Farklı kültürleri, değişik coğrafi koşulları yerinde görmek için seyahat etmeyi severim. Son zamanlarda, eskiden beri çok merak ettiğim Japonya ya gittim. Amacım Japon kültürünü ve teknolojisini incelemekti. Tokyo ‘nun kuzeyinde yabancı ülkelerden gelenlerin kaldığı bir otelde bir ay kaldım. Avrupa’dan, Amerika ‘dan gelen insanlarla tanışmak, fikir alış verişinde bulunmak çok ilginçti. Keza, bir yanda çatal bıçakla, diğer yanda ise çubuklarla yemek yiyen insanları görmek de çok ilginçti. “
Osman, yaşadıklarını öyle canlı anlatıyor ki, görmeyen gözlerle bunları yapan bir insan bir de görseydi neler yapardı acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz.
“Görme duyusundan mahrum kalmak insanın yaşamını çok zorlaştırıyor ve sınırlıyor, ama bu durum beni aynı zamanda mücadeleye de teşvik ediyor. İnsanoğlu imkanlara sahip olduğunda tembelleşiyor, mücadele etmiyor.“
Osman mücadeleyi o kadar seviyor ki, bazen kazara tüneldeki tren yoluna düşse bile, değnek kullanmayı -onuruna yediremediği için- kesinlikle reddediyor. Kendisini gören insanlarla kıyasladığında, bakar körlere, yani görme duyusu olup da bunu değerlendirmeyi beceremeyenlere kıyasla çok daha iyi durumda olduğunu düşünüyor.
Bu arada, toplumsal sorunlarla çok yakından ilgilenmesi ve düşüncelerini cesurca ifade etmesinden dolayı da başı derde giriyor arasıra. Türkiye’de iken aşın sağcıların, İsveç’te ise ırkçıların saldırısına uğramış birkaç defa.
“İsveç ‘te bizim gibilere ayrılmış ekonomik imkanlar bir çok ülkeye nazaran bir hayli yüksek. Ama, görme engellilerin işsizlik oranı diğer Batı ülkeleriyle karşılaştırınca daha yüksek. Türkiye ‘nin görme özürlüleri İsveç ‘teki/erden daha aktifler. Adam, hiç bir güvencesi olmadığı için çantasını koluna takıp pazara gidiyor ve o kalabalığın içinde limon satıyor. Görmeyenlere yönelik dernekler de var Türkiye ‘de ama, hepsi farklı politik görüşlere sahip oldukları için uyum içinde çalışamıyorlar.”
Son günlerdeki en önemli uğraşlarından biri, on yıl önce Ankara’da kurduğu ve erkek kardeşinin işlettiği fotoğrafçı dükkanında yararlanmak üzere fotoğraf dünyasındaki son gelişmeleri izlemek olan Osman’ın teknik merakı hiç bitmeyecek gibi görünüyor.
| Mayıs 1999