Kasım 2001 | Nurdan Haznedaroğlu:
Geçtiğimiz ay Apec Yayınevi tarafından yayınlanan Buzdan Hayaller, lsveç’te basılan ve bir Türk kadını tarafından yazılan ilk öykü kitabı. Kitabın yazarı Gülderen Sonsuz 1959 yılında Ankara’da doğdu ve Ankara’da büyüdü . Sağlık kolejini bitirip Konya, Ankara ve İzmir devlet hastahanelerinde hemşire olarak çalıştı . Ege Üniversitesinde iki yıl felsefe okudu. 1984 yılında yurt dışına çıktı. 1989 yılının sonunda da İsveç’e geldi. İsveç’te de hemşirelik mesleğini sürdürdü . Sonsuz, evli ve biri kız diğeri erkek iki çocuk annesi. Şu sırala r öykü yazmanın dışında tercümanlık yapıyor.
Her zaman aktif bir yaşamı oldu. Bir süre çeşitli ülkelerde yaşadı ve “Bu kadar gezdiğin yeter, gel evlenelim” teklifi ile 1990’larda İsveç’ e ‘merhaba’ dedi.
Gülderen Sonsuz’a “Bu ilk kitabın mı?” diye sorduğumda şöyle bir düşündü. Evet, basılan ilk kitabıydı, ama o hep yazmıştı zaten. Önce kitabın adından başlayalım:
– Neden Buzdan Hayaller?
– İnsanlar genellikle büyük hayallerle yola çıkarlar. Bu herkes için böyle. Kimi evlenip, kimi politik nedenlerle, kimi de ekonomik nedenlerle bir başka ülkeye göç ederler. Hikayeler her yerde üç aşağı beş yukarı aynı, hayaller de. Ama hayaller zamanla erimeye başlıyor. İşte bu eriyen hayallerin öykülerini anlattım.
Gerçek hayattaki insanlardan mı yola çıktın, yoksa öykülere uygun tipler mi yarattınız?
Aslında ikisi de diyebiliriz. Zaten bu insanlar bir biçimde yaşamımızda yok mu? Her gün karşılaşıyoruz onlarla. Bir gün birisi de çıkıp beni hiç tanımadan benim hikayemi yazabilir. Okuduğumuz birçok kitapta kendimizi bulmuyor muyuz? Yazar bizi mi seçmiştir acaba?
Hikâyelerden biri erkekleri yerinden hoplatacak, ne dersiniz?
Biz yazmayacağız da kim yazacak bu öyküleri? Hele de erkek egemen bir toplumdan geliyorsak ve kolay atamadığımız bir sürü kötü alışkanlıklarımız varsa. Bunları yaşamak okumaktan daha kolay galiba. İnsanlar evlerinde benzer şeyler yaşıyorlar, fakat üçüncü bir kişinin ağzından duyunca suçüstü yakalandık gibi bir hisse kapılıyorlar.
Politik bir geçmişiniz var ve öykülerin bazılarında politik kesime yönelik eleştiriler dikkati çekiyor. Bir iç sorgulama mı bu?
Politik hareketler ve politik olaylar da tıpkı canlı varlıklar gibi doğar, gelişir ve ölürler. Amacımız kendimizi düşünce ve yaşam planında bir adım ileriye götürmekse, gelişen olaylardan ders çıkartmamız gerekir. Bu bir anlamda büyümek, olgunlaşmak, kısacası yaşamda derinleşmektir. Objektifi kendimize çevirmek gibi birşey. Eleştiri yapmadan gelişemeyiz. Zaman zaman kendi düşüncelerimizi ve savunduğumuz görüşleri de masaya yatırabilmeliyiz. Bence sağlıklı düşünceler ve hareketler böyle gelişir.
İsveç’te sizin kitabınıza benzer, Türkçe öykü, ya da romanlar çıktı, ama kadın yazar olarak ilk sizi görüyoruz?
Geç bile kalındı aslında. Türkçe konuşan bir sürü insan var. Umarım bu kitap kadınları biraz yüreklendirir ve yazın alanında güzel şeyler üretilmesine vesile olur.
Kitap İsveççeye çevrilecek mi?
Evet. Farklı kültürlerden gelsek de edebiyat evrenseldir. Aynı zamanda edebiyatın, kültürler arasında köprü olma işlevi de var. Örneğin ben, Selma Lagerlöf’ün bir kitabını okuduktan sonra İsveç toplumuna karşı daha çok yakınlık duydum. Bir anlamda İsveç toplumunu bir bütün olarak anladığımı hissettim. Ama bu yüzde yüz anlaşılmak anlamına gelmiyor elbette. Yazar bir pencere aralar sadece, okuyanlar baktıkları kadarını görürler.
Hazırda başka çalışmalar da var mı?
Kısmet olursa bir roman ve bir öykü kitabı yolda.
Sözü kitaptan sana çevirelim, sen kimleri okursunuz?
Aslında insanın ruh durumuna göre değişiyor sevdiği yazarlar ve etkilendiği kitaplar, ama bazıları var ki insanda iz bırakıyor. Sait Faik’in öyküleri öyle benim için. Ayrıca Boris Pasternak‘ın Doktor Jivago‘su da en çok etkilendiğim kitaplardan biridir.
***
“Hangi Aşk?” tan tadımlık:
“Yok yok kıskanmıyorum. Bence bu işin mantığını arıyorum o kadar. Mantığı varsa tabii… İtiraf et Ömer! Ben bir zamanlar senin için dünyanın en güzel kadınıydım, değil mi? Şimdi yaşlanmaya başladım, değil mi? Oysa ben kalplerin ve kafaların yaşlanmayacağına inanırdım. Hale genç, güzel, zengin; bakımlı da. E üstelik de kariyeri var. Bütün bunlar Hale’nin sermayesi. Sen bunlara aşıksın. Benim sermayem ne ki bunların yanında?!”
Ömer, eskisi gibi Selma’yı susturamayacağını anlamıştı. Bir koltuktan diğer koltuğa geçti, sesini öksürerek ayarladı. Artık konuyu ciddi bir şekilde konuşmaya kararlı gözüküyordu: “Yine saçmaladın. Hale’nin bu özelliklerini gözünde büyüten sensin. Onun yerinde olmak için can atıyorsun, yalan mı? Hale’yi dostuna düşmanına gururlanarak tanıştırıyordun. Şimdi o arkadaşların Hale’yi sana tercih ettiler.”
Selma şaşkındı. Ömer onun bütün düşüncelerini okumuştu. Onlar, insanların eşitliği, sınıfların ortadan kalkmasıyla bütün insanların kurtulacağı gibi düşüncelere sahip değiller miydi? Ömer bunlara inanmış mıydı, yoksa kendisi gibi işine. geldiği yerde inanıp ‘ gelmediği yerde “Benden bu kadar insanlara. Tanrı günahlarını affettsin.” mi demişti?
“Biz koca bir topluma başkaldırmış insanlarız. Sen bu toplumun genel geçer basit değerlerini tercih ediyorsun.”
“Dediklerimi anlamak istemiyorsun herhalde” dedi Ömer. “Bu ülkeye göçmen olarak gelmiş bir sürü insan varken neden Hale ve kocasını kendine arkadaş olarak uygun buldun? Sen değil miydin en yakın arkadaşlarının arkasından ‘Ben de bir şey sanmıştım, aslı astarı köylü çocuğuymuş’ diyen?!”
* * *
Ömer bu işin bu kadar kolay kapanmasına şaşmış, karısının zaten kendisini sevmediğini düşünerek biraz da üzülmüştü. Ömer öyle çabuk unutulup, bir köşeye atılacak bir adam mı? En azından arkadaş kalabilirlerdi.
Sonra, malum kutsal aşkları… Bu yüzden terk etmişti Selma eski kocasını. Çocuklarının düzenini bu ilişki için feda etmişti. Yaşamı artık büyük ve kutsal aşkı içindi. Böylesi büyük bir aşk çok az insana nasip olurdu şu göçmenlik koşullarında. Bu aşkı yaşamının sonuna kadar koruyacağına kendi kendine söz verdi. Bu inançla senelerinin nasıl geçip gittiğini anlayamadı.