Mart 2002:
Fadime Şahindal, töre cinayetine kurban gitmeden kısa bir süre önce, çocukların evrensel hakları için çalışan “Rädda Barnen” de, dinleyen herkesin yüreğine işleyen bir konuşma yapmış ve şunları söylemişti:
İsveç’e ben yedi yaşındayken göçtük. Başlangıçta herşey güzeldi. Ama yaşım ilerledikçe ailem yasaklar koymaya başladı. Bu yasakların farkına ilk olarak okuldaki İsveçli arkadaşlarımla oynamama ve okul sonrası faaliyetlere katılmama izin verilmeyince vardım.
Okul saatlerinin dışında evde anneme yardım edip terbiyeli bir kız olarak yetişecektim. Ailem okuma yazmayı öğrencek ve onların İsveç toplumuyla bağlantısını sağlayacak kadar eğitim almam yeterliydi. Çünkü, insanın kocasına ve çocuklarına bakması için eğitime gereksinmesi yoktu. Ergenlik çağına geldiğimde beni Türkiye’ye götürmek ve orada aynı ablalarımın yaptığı gibi kuzenlerimden biriyle evlendirmek istediler. Ben buna karşı çıktım. Çünkü böyle önemli bir karar için çok küçüktüm. Ayrıca, hayatı kiminle paylaşacağıma kendim karar vermek istiyordum. Ailemin görüşüne göreyse, aile ve akrabalar herşeyden önce gelirdi ve insan kendinden önce ailesini düşünmeliydi.
BEN, AİLEMDEN FARKLI OLARAK VE AİLEME RAĞMEN, İSVEÇ TOPLUMUNUN BİR PARÇASI OLARAK YAŞIYORDUM.
Her gün İsveç okuluna gidiyordum, İsveç yemeği yiyordum, arkadaşlarım İsveçliydi ve İsveç televizyonunu seyrediyordum. Doğal olarak, bu toplumun değer yargılarından etkilendim ve ailemin beklentilerini kabul etmeyeceğimi gösterebilmek amacıyla sınırlarımı genişletmeye başladım. Bunu da, İsveçli arkadaşlarımla görüşmeyi sürdürerek, onlarla kafelere giderek ve eve belirlenen saatten daha geç gelerek yaptım.
Kendi hayatımın kurallarını kendim koymak, kendi ayaklarımın üstünde durmak ve yaşantımın, yaptıklarımın sorumluluğunu almak istiyordum. Başkalarının benim adıma karar vermesini, benim için düşünmesini, benim yerime hareket etmesini istemiyordum. Ayrıca, bireysel gelişimim ve öğrenimim benim için çok önemliydi.
BU İSTEKLER AİLEM İÇİN ÇOK ÜRKÜTÜCÜYDÜ. Onların, İsveçlilerin kültürden ve ahlaki değerlerden yoksun bir toplum olduğunu tek bildiklerinin, içki içmek, dans etmek ve önüne gelenle yatmak olup aile hayatına hiç saygısı olmayan insanlar olduklarını düşünüyorlardı ama onların bu düşünceleri sadece kulaktan dolma önyargılardan ibaretti çünkü hiç bir İsveçliyle uzak ya da yakın herhangi bir ilişkileri yoktu.
Başlangıçta aileden gelen Kürt gelenekleri ile İsveç toplumunun benden olan beklentilerini dengelemeye çalıştım.Ama, bir genç kız olarak, bu iki yüzlü hayat ve her iki toplumun da beklentilerine karşılık verme zorunluluğu beni şaşırtıyor ve çaresizleştiriyordu.
BİR GÜN, HİÇ OLMAMASI GEREKEN OLDU. Bir İsveçli ile tanıştım. Patrick. Patrik ve ben birbirimize sevdalandık.
Başlangıçta bunun bana neler getireceğinden çok korkuyordum ve Patrick’e de ilişkimizin ona nelere mal olabileceğini açıkladım.
HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN AİLEMİN BU İLİŞKİDEN HABERİ OLMAMALIYDI.
İlişkimizi dört duvar arasında yaşamaya, her an yakalanma korkusu içinde olmaya mahkum olmamıza rağmen beraber olmaya başladık. Bir yıl sonra, bu kaç göçten, dört duvar arasında buluşmaktan sıkılmaya ve tedbiri elden bırakmaya başladık ve ailemin bizi görmeyeceğini sandığımız yerlere gitmeye başladık.
SONUNDA BABAMA YAKALANDIK. Tabii ki öfkeden çıldırdı ve hem beni, hem de Patrick’i dövdü. Onun bu davranışı benim için çok doğaldı. Bir baba ve aile reisi olarak hepimizin namusunu korumak onun göreviydi. Sülaledeki bütün kadınların hareketlerini kontrol etmesi ve kızlarının bekaretini evlendirene kadar koruması gerekiyordu.
Benim bu ilişkim ailem için, benim geleneksel bir evlilik yapamayacağım, yani bir Kürtle evlenemeyeceğim anlamına geliyordu.
Bütün aileyi rezil etmiştim. Sülalemde daha önce hiç kimsenin yapmadığı affedilmez birşey yapmıştım. Dünyayı başlarına yıkmıştım.
Onların gözünde “terbiyeli bir Kürt kızı” ndan İsveç’te yaşadığı için kendini birşey sanan asi bir orospuya dönüşmüştüm. Çevreye karşı namuslarını korumak için benimle başedebileceklerini kanıtlamak zorundaydılar. Benim bu hareketim cezalandırılmalıydı ve ben bunu kanımla ödeyecektim.
Yalnız ve terkedilmiş bir durumda Uppsala’yı terketmek zorunda kaldım; yoksa beni sağ bırakmayacaklardı.
Sundsvall’a kaçtım. Ailem izimi hemen buldu. Erkek akrabalarım sürekli telefonla tehdit etmeye başladılar. Ellerinden kaçamayacağımı söylüyorlardı. Beni öldürme görevi erkek kardeşime verilmişti. Bu iş için onun seçilmesi çok doğaldı. Çünkü, yaşı küçük olduğu için ağır bir ceza yemezdi. Ayrıca ailenin tek oğlu olarak kız kardeşlerinin örf ve adetlere uygun yaşamasını sağlamak onun göreviydi.
TEHDİTLER GÜN GEÇTİKÇE ÇOĞALMAYA BAŞLADI. Ben yaşadıklarıma sahip çıktıkça, onlardan merhamet dilenmedikçe durum daha da kötüye gitti.
Sonunda dayanamadım ve polisten yardım istemeye karar verdim. Fakat, dehşetle polisin beni ciddiye almadığını gördüm.Onlara göre ben masal anlatıyordum. Verdikleri tek akıl, aileme gidip beni öldürmekle tehdit etmemelerini ve İsveç kanunlarına uymalarını söylemekti. İçinde bulunduğumun durumun ciddiyetini hiç anlamadıkları için benimle dalga geçerek “Ne bekliyorsun ki bizden? Gece gündüz sana bekçilik edecek halimiz yok ya!” dediler. Çaresizlik ve umutsuzluk içinde çıktım karakoldan.
SON ÇARE OLARAK MEDYADAN MEDET UMDUM.
Niyetim, bu problemi kamuoyunun tartışmasına açmak, dolayısıyla dikkatlerin ailemin üzerine çevrilmesini ve bu tepkinin onları kararlarından caydırmasını sağlamaktı.
Göçmen kızların İsveç’te yaşadıkları baskıyı açık açık anlatmayı tercih ettim. Baskı altında, her an öldürülme tehlikesi içinde yaşayan, korku ve çaresizlikten ailelerinin her isteğine boyun eğen kızların sesi oldum.
Sonunda, kardeşimi ve babamı polise şikayet etmem mahkemeyle sonuçlandı. Babam tehditden, kardeşim de tehdit ve dayaktan ceza yediler.
Kalbim paramparça öğrenim gördüğüm Sundsvall’a geri döndüm. Bedenen ve ruhen tükenmiştim, huzurdan başka birşey istemiyordum. Bundan böyle asla ailemle ve akrabalarımla ilişki kuramayacağım içimi acıtıyordu.
ANNEMİ ÇOK ÖZLÜYORDUM, eskisi gibi onun kucağına sığınmaktan başka hiçbir şey istemiyordum ama bunun imkansız olduğunu biliyordum. Bir anne olarak, beni terbiyeli ve uysal bir kız olarak yetiştirmek onun göreviydi. Dolayısıyla da benim böyle kötü bir kız olmam onun suçu olarak görülüyordu. Benim tarafımda yer alırsa durumu iyice zorlaşacaktı. Kendisi de yakınıyordu bu durumdan.
Şimdi Östersund’da oturuyorum ve orada Sosyoloji öğrenimi görüyorum. Amacım benim gibi sorunları olan çaresiz kızlara yardım edebilmek.
OLANLARDAN ÖTÜRÜ İÇİMDE NE ÖFKE NE DE NEFRET VAR.
Bunun kime ne faydası olacak ki? Ailem kızını ve namusunu kaybetti ben ise en sevdiğim yakınlarımı.
Hem kendi hayatını yaşamak hem de ailesiyle birlikte olabilmek hangi kültürden gelirse gelsin her genç kızın ve kadının en doğal hakkıdır.
HAYAT HİKÂYEMİ SİZLERLE DİĞER GÖÇMEN KIZLARA BİR FAYDASI OLUR UMUDUYLA PAYLAŞTIM.
HİÇ OLMAZSA ONLAR BENİM YAŞADIKLARIMI YAŞAMASINLAR.
Fadime Şahindal
(Elbistan1975 – Uppsala2002)
2022’den 2002’ye not: Anısına saygı ve rahmetle. Çok üzgünüz. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen onun ve yitip giden tüm kızlarımızın acısı yüreklerimizi dağlıyor. Mekanları cennet olsun.