İstanbul’dan gelen dervişler İsveç hükümetinin yapamadığını yaptılar ve bir akşamlığına da olsa İsveçliler ile göçmenlerin kaynaşmasını sağladılar. Sema gösterilerine gelenlerin yarısı İsveçli, yarısı göçmendi neredeyse.
” MevleviliK bir yaşam biçimidir.
İnsanın, insan olmayı öğrenme sanatıdır
ve bu öğrenim hiç bitmez.“
Derviş deyince, sema grubu deyince çoğunluğun kafasında dünyadan elini eteğini çekmiş ak saçlı, ak sakallı dede görüntüleri oluşuyor. Bu görüntüye uyanlar da var elbette ama Stockholm’e gelen derviş grubunun görüntüsü bambaşkaydı. Avrupalıları aratmayacak modernlikte bir grup genç insan.
Zaten kendileri de “Avrupalılar bize İslam’ın hoş çocukları diyorlar” diyor. Hele Sema grubunun liderinin iyice yaşlı olması gerekirmiş gibi geliyor insana.
Ama, karşımıza son derece modern giyimli genç bir derviş çıkıyor. “Yoksa takiye mi yapıyorsunuz?” diye şakayla karışık sorumuza ciddi, lakin gönlümüzü ferahlatan bir cevap alıyoruz. “Biz takiyenin her türlüsüne karşıyız. Takiye politiktir. Bizim politikayla işimiz yok.” Öyle ya, “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.” diyen Mevlana’nın öğrencilerine takiye yakışır mı hiç?
Sema grubunun başı Şahin Şair, 34 yaşında, Üsküdarlı. 15 yaşında, ney sesine vurulmuş ve bu ses onu Mevlevi dergahına götürmüş. “Mevlevilik bir yaşam biçimidir. İnsanın, insan olmayı öğrenme sanatıdır ve bu öğrenim hiç bitmez.” diyor.
Yurt dışında Sema ayinleri yapmak maddi bir kazanım getirmiyor dervişlere. Onları davet eden kuruluş masraflarını ödüyor, onlar da kutsal kabul ettikleri bu görevlerini yerine getirmek için işlerini güçlerini bırakıp yola çıkıyorlar. Kimisi öğrenci, kimisi serbest meslek sahibi. Şahin Şair sigortacı mesela.
Bir mevlevinin günlük hayatı nasıldır acaba? Dünyevi işlerle meşgulken Allah’tan uzak düşme sıkıntısıya da endişesi yaşamazlar mı hiç?
“Allah’a hizmet etmenin yolu insana hizmet etmekten geçer. Ailenizin, çocuklarınızın karnını doyurmak için yemek yapmaktan, ekmek parası için çalışmaktan daha kutsal ne ola bilir ki?” diyor Şahin Şair.
Bizim ıvır zıvır diye görüp anlamsız bulduğumuz bir çok iş onlar için ibadetin çeşitli yollarından biri. Sema ayinleri ise Allah ile doğrudan bağlantı kurdukları çok özel anlar.
Ruhların Doyduğu Akşam
14 Kasım Cumartesi akşamı dervişler için olduğu kadar salonu dolduran yüzlerce izleyici için de çok özel bir akşamdı. Dervişler sahneye çıktığında nefesler tutulmuştu. Sema ayini dualar ve ilahilerle başlıyor. Bu süre içinde de hem dervişler, hem de izleyiciler olaya konsantre olma fırsatını buluyorlar. Daha sonra, bir saat boyunca hiç durmayan bir dönüş başlıyor.
Bu dönüş anında insan ruhunda uyanan duyguları kelimelerle ifade etmek çok güç. Müziğin etkisiyle mi, yoksa sahnede huşu içinde dönüp duran birkaç varlığın etkisiyle mi bilinmez, siz de oturduğunuz yerde transa benzer bir ruh hâline geçiyorsunuz.
Ara sıra ayılıp da olayın kendisine dikkat ettiğinizde ise “Be mübarekler hiç mi yorulmazsınız, hiç mi birbirinize çarpmazsınız? “ diye soruyorsunuz kendi kendinize.
Döndükleri yerin kıyısı kablo dolu. İnsan, dikkatlice yürüse bile kurtulamaz o kablolara dolanmaktan. Dervişler ise sanki kabloların arasında değil de bulutların üstündeymişler gibi döndükçe dönüyorlar. Bu dönüşten normal bir insan olup da etkilenmemek imkansız.
İnsanı asıl etkileyen de, dönme eyleminin kendisinden çok, o koşulsuz kayıtsız kendini bırakış, o teslimiyet. Kime, neye ya da niçin olduğu hiç önemli değil. Zaten o ruh haliyle bunları düşünmek de mümkün değil. Zamanın ve mekanın ötesine geçiyorsunuz, sadece hissediyorsunuz ve belki de birşeyleri idrak ediyorsunuz.
Dervişler ise, Üzerlerinde kefenleri, başlarında mezar taşları bir elleri güneşe diğer elleri toprağa doğru kendi eksenleri etrafında dönüp duruyorlar. (Sahnede güneşin yerini lambalar, toprağın yerini kablolar almış, ne gam). Nefisleri ise sahnenin kenarında yatıyor ve ayinin bitmesini bekliyor.
Konu Türk kültürü ve manevi değerlerimiz olunca
mangalda kül bırakmayanlar neredeydiler?
Galata Mevlevihanesi Sema Grubunu buraya Ozan Sunar’ın kurduğu Re:Orient bir haftalık Mistisizm programı kapsamında getirdi. Bu bir hafta boyunca, büyük dinlerdeki mistisizm konusu tartışıldı. Bu toplantıları izleyenlerin çoğunluğu İsveçlilerdi her zamanki gibi.
Hatta, Şahin Şair ile Sufizm ve Mevlevilik konulu açık oturuma bile gelenler yalnızca İsveçlilerdi. İnsan bu durumu görünce, konu Türk kültürü ya da manevi değerlerimiz olunca mangalda kül bırakmayanlar neredeler acaba diye soruyor ister istemez.
Bu arada, bir soru da Re:Orient’e yöneltmek istiyoruz: Şahin Şair ile olan toplantı, İngilizce yapılacağına, Derviş’in kendi dilinden İsveççeye çevrilerek yapılsaydı nasıl olurdu acaba? Malum, herkes İngilizce bilmek zorunda değil. Üstelik, böylesine derin konuları insan en iyi kendi dilinde anlatır ve anlar.
| Ocak 1999