Mayıs 2002 | Dilek Yaraş
Hindistan’dan Çin’e gelen Zen Budizmin kurucusu Bodhi Dharma, Shaolin tapınağındaki rahiplere Budizm öğretisi ve meditasyon dersleri vermeye başladı. Bu yoğun çalışmalar rahipleri çok bitkin düşürüyordu. Bunun üzerine Bodhi Dharma, öğrencilerine fiziksel dayanıklılıklarını arttırmaları için bedensel egzersizler yaptırmaya başladı. Böylece karate hareketlerinin temeli atılmış oldu.Japon adalarından biri olan Okinawa da ise çok eskiden beri uygulanan “Tode” isimli bir dövüş sporu vardı. Bu spor, silah taşıması yasak olan ada ahalisinin kendilerini savunabilmeleri için çıkmıştı. Daha sonra tarihin değişik dönemlerinde, Çinli ustalar adaya gelerek kendi dövüş tekniklerini öğretmeye çalıştılar. Böylece Okinawalıların Tode teknikleri ile Çin tekniği birbirlerine karışarak zaman sürecinde sürekli gelişip günümüzde Kung-Fu filmlerinde seyrettiğimiz Karate sporunu oluşturdu.
Sadık Sadık da çocukluğunda seyretttiği Kungfu filmlerinin çok etkisinde kalır ve daha beş yaşındayken ailesini ikna edip karate kurslarına yazılır. Aile, Sadık’ın bu ilgisinin gelip geçici çocuksu bir heves olduğunu sanır başlangıçta. Fakat, Sadık zaman geçtikçe bıkacağına daha çok bağlanır ve yıllarca müthiş bir disiplin ve azimle antreman yapar.
Bu gün ise beş yaşındaki, 1989 yılında Bulgaristan’dan İsveç’e göç eden Sabiha ve Ali Osman Sadık’ın en büyük oğlu Sadık, İsveç’i temsilen katıldığı karate yarışmasında Avrupa’nın Norveç, Finlandiya, İngiltere, Estonya gibi ülkelerinden gelen 500 rakibini alt ederek İsveç’ e altın madalya kazandırdı. Sadığın antrenörü Patric Axheden, ”Bu sporla uğraşan herkes için bu yarışmayı kazanmak rüya gibi bir şeydir.” diyor. Sadık da bu durumdan çok memnun doğal olarak. Kendisine gelecekle ilgili hayallerini sorduğumuzda “Karate benim hayatım. Ölene kadar karate yapacağım.” diyor. Zaten şu anda 8. sınıfa giden Sadık, lise öğrenimini Stockholm’ deki Karate lisesinde yapmak için okula başvurmuş bile.
Anne Sabiha Hanım da; ”Başlangıçta hiç ciddiye almamıştık ama o her zaman ciddiye aldı ve çok severek yaptı bu sporu. Tabii ki gurur duyuyoruz onun bu başarılarıyla. Bizim tek şartımız derslerini ihmal etmemesi o da buna gayret gösteriyor zaten.” diyerek, oğullarının bu tutkusuna destek olmak için de maddi manevi ellerinden gelen herşeyi yaptıklarını belirtiyor.
Sadık’ın bu başarısı bir tesadüf değil aslında. O beş yaşından beri sürdürdüğü disiplinli yaşantısıyla gelmiş bu seviyeye.Okulla arası da iyi Sadık’ın. En sevdiği dersi sorduğumuzda yanıtı “Spor.” oluyor doğal olarak. Arkadaşları arasında, genelde İsveçli ve o kendisini bir Türk’ten çok İsveçli hissettiğini söylüyor. Öyle ya 1987 yılında Bulgaristan’da doğan iki-üç yaşında İsveç’e gelen Sadık, doğduğu toprak olan ‘Kazanlı’ya ilk defa geçen sene gitmiş. Zaten orada şu anda sadece babaannesi ve dedesi kalmış. Göteborg yakınlarındaki Vårberg’de oturan Sadık ailesinin akrabaları Türkiye’de’ Bursa ve İzmir’e, İsveç’te ise Stockholm’e dağılmış durumda.
Sadık, Bulgaristan’a gittiği ilk günlerde biraz tuhaf hissetmiş kendisini; ”Bulgarca bilmediğim için baştan zor oldu biraz, ama sonra alıştım.” diyor. Daha sonra da Türkiye’ye, Bursa ve İzmir’e gitmiş. Bulgaristan ve Türkiye arasında karşılaştırma yapmasını istediğimizde, Bulgaristan’ı daha çok beğendiğini çünkü havasının daha temiz olduğunu, Bursa ve İzmir’deki kirli havadan çok rahatsız olduğunu söylüyor.
Evde Türkçe ve İsveççe konuşuluyor. Sadık’ın iki de erkek kardeşi var. Hasan on, İsmail ise on üç yaşında. Hasan’ın şimdilik fazla bir ilgisi yok spora, İsmail ise futbol oynuyor.
Karate sporunda disiplinin, kendine iyi bakmanın ve konsantrasyonun çok önemli olduğunu söyleyen Sadık, herkese Karate yapmasını öneriyor. ‘‘Çünkü dünyanın en eğlenceli sporu. İnsan hiç sıkılmıyor.” diyor.